Tamam. Yukarıda epey boş konuştum biliyorum. İçimden gelenleri bi yazayım dedim önce. Ama haksız değilim bence, çünkü dizinin her sahnesi muazzam görselliğe sahip. Özellikle dizinin baş karakterlerinden Will Graham (Hugh Dancy)'in kafasının içine girdiğimiz sahnelerde, adamcağızın müthiş hayalgücünü kusursuz yansıtmışlar.
Will'in hayal dünyasının baş kahramanı bu arkadaş.
FBI danışmanımız Will Graham olay yerini incelerken, bir metronumun sağa sola yaptığı salınım hareketine benzer bir hareketle kendisinin zihnine giriyoruz. Olayın nasıl geliştiğini, kafasında canlandırışını izliyoruz. Cinayet mahalinde yürümesi, kendini katilin yerine koyarak makdulü hayali olarak tekrar öldürmesi, psikopatlık düzeyine göre cesede yaptıkları vs... Hepsine tanık oluyoruz. O da tanı koyuyor. Katillerin psikolojisini, o cinayeti neden işlediklerini bize açıklıyor. Hep de doğru biliyor şerefsiz.
Will Graham. Şimdi bu adamın psikolojisi nasıl düzgün olsun?
Ve tabii ki Chesapeake Matadoru lakabıyla bilinen Hannibal Lecter'ımız var elimizde. Nerede mantık sınırlarını son noktasına kadar zorlayan bir cinayet var, bilin ki o cinayetin altında da Hannibal Lecter'ın imzası var. Ama tabii ki bundan kendisi dışında kimsenin haberi yok. Mantık sınırlarını zorlamak deyince tabii aklınıza nasıl şeyler geliyor pek bilemiyorum. Ben birkaç örnek vereyim diziden, bakalım mantığınız ne kadarını alıyor.
1- İnsan bedenlerini, üzerlerinde mantar yetiştirmek için kullanmak.
2- İnsan bedenini bir ağacın gövdesi haline getirmek, içine de çiçekler ekmek.
3- İnsan bedenini dikine 8-10 parçaya ayırıp, cam muhafazalar içinde sergilemek.
4- İnsan bedenini geyik boynuzuna geçirmek.
Ve çeşit çeşit ruh hastalıkları. Şahsi kanaatim bir cinayeti kabul edilebilir kılacak bir şey olamaz ama bu saydıklarımdan bazılarında cidden sanatsal dokunuş var. Hannibal Lecter'i bir nevi sanatçı sayabiliriz.
Bu insan eti bir harika dostum...
Bu arada dizide aralara serpiştirilen Hannibal'ın yemek hazırlama planları insanın ağzını sulandırıyor. Ama sadece 1 an için. Sonra o etlerin insan eti olduğunu hatırlıyoruz, ağzımızın sulanması geçiyor. Yine de şunu söyleyeyim, tek başıma bir danaya girip, çılgınlar gibi o yemeklerden bazılarını yapmak istedim. Sunumlar falan zaten müthiş. Neyse...
Velhasıl adam farklı şekillerde öldürüyor, buzdolabında eksik olan et ürünlerini de kurbanlarından alıyor. Ya da hazırlamak istediği menüye göre insan avlıyor. Sonra da evinde yemek partisi veriyor. Ne kadar eşi dostu varsa yediriyor. (Dışarıda yemek yerken dikkatli olun.)
Hannibal bir başka sanatını icra ederken.
Peki Hannibal Lecter karakterini kim canlandırıyor? Mads Mikkelsen.
Kendisini şahsen İskandinav sinemasından çok iyi biliyorum. Müthiş bir oyuncu olduğunu zaten anında anlıyorsunuz. Bu aralar Hollywood'un, oyuncusundan yapımcısına, kameramanından yönetmenine TV yapımlarına geçmesi furyasına, Hollywood'un taze kanı Mads Mikkelsen de böylece katılmış oldu. Çok da iyi oldu ama, çünkü meğer herif bu rol için biçilmiş kaftanmış. İngilizce konuşurken ki aksanı birazcık sırıtıyor ama donuk iskandinav yüzü o aksana farklı bir hava katıyor. Bence o haliyle de diziye cuk oturuyor.
Dizide birkaç karakter daha var. Alana Bloom isimli bir psikolog, Jack Crawford isimli FBI ajanı (ki kendisini Laurence Fishburne canlandırıyor. Nam-ı Diğer Morpheus), sık gördüğümüz adli tıp çalışanları, kafa doktorları vs... Ama Will Graham ve Hannibal Lecter arasında geçen bir hikaye izlediğimizi söylersem yalan söylemiş olmam. Bir satranç tahtasının iki ucunda gibiler.
Ekip böyle. Sofrayı umarım Hannibal kurmamıştır.
Genel olarak karanlık bir atmosfer var. Müzik yok. Eksikliğini de hiç hissetmedim. Diziyi diyaloglar mükemmel derecede dolduruyor. Açıkçası klasik polisiye dizilerinin o kadar dışında ki, terimsel şeyler konuşsalar bile bir şekilde anlıyoruz. Dizinin ruhu var resmen, kendini her şekilde açıklıyor.
Kurguda belli bir akış var ve genel hatlarıyla tahmin edilebilir bir akış bu. Ama 1. sezonun finali yumruk gibiydi. Nereden geldiğini anlayamamıştık, onu da belirteyim. Ve yine kurgunun boşluksuz bir devamlılığı söz konusu değil. Yeri geldiğinde küçük "time skip" olarak adlandırılan atlamalar yaşanıyor. Bir anda birkaç gün sonrasına gidebiliyoruz ve oradan devam ediyor hikaye. Aradaki boşluğu bazen dolduruyorlar, bazen gerek bile duymuyorlar. İki türlü de sırıtmadan yapmayı başarıyorlar.
Şöyle net konuşayım ben yine, bu konuda iddialı ve net olmayı seviyorum: Hannibal şu an aktif olan diziler arasında en iyi 2-3 diziden biri. Sıradışı bir anlatım tarzı var. Görselliği kesinlikle anlatım tarzından daha sıradışı. Hannibal filmleriyle genetik çok az bağı var ki bence böyle olması daha iyi. Klişelerden çok uzak bir işlenişi var. Sinematografik dili, ışıkları, renkleri, müziksizliği ile diziler arasında çok marjinal bir konuma yerleşiyor.
Öyle ki ben de Abi Kesin İzle diyebiliyorum.
Afiyet olsun.